Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma, üç zor mesele kısaca. Her biri hem iç içe
olacak kadar birbirine rabıt, hem birbirinden koparılamayacak kadar muhkem,
modern zamanların dünyası inşa olunurken merkezdeki üç mefhumu… Mefhumların
ehemmiyetine ve Müslümanca düşünme melekesinin Müslümanda var olurken bu
mefhumların nereye denk düştüğüne önceki tahlillerimizde değinmiş idik. Dil
varlığın evidir diyen Heidegger, insanın varoluşunda dili çok önemli bir noktaya
yerleştirerek dilin ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Bu anlayışa göre mevziisi
dil olan varlığın mevzusu da evinden neşet edip, bu istikamette seyralır. Bu
seyralış en sonunda lisanda aksini bulursa lisandan insana bir akış meydana
gelir ve böylelikle insan kendi olmaklığına lisan vasıtasıyla erer. İnsanın
kendisi olması demek ‘ne için varım’ sorusunu içselleştirerek marifetullaha
yolculuk yapmak ve Yusuf Kaplan’ın tarifiyle Bilme-Bulma-Olma merhalelerini
aşarak sırasıyla ilmel yakin, ayne’l yakin, hakka’l yakin mevzilerine ayak
basmak demektir. En başta tüm yazı boyunca anlatma gayesinde olacağımız
meseleyi İsmet Özel’in kitabı ve Yusuf Hocanın mefhumları üzerinden bağımızı kurarak
‘dile getirirsek’ Batı Medeniyeti insanı teslim olmaktan alıkoymak ve kendine
teslim almak için:
‘Teknik’ vasıtasıyla mevzilerini alt üst
ederek araç ve amaçları tağyir,
Medeniyet vasıtasıyla ‘teslim almak için bilim yapma’ anlayışını
insana dayatma,
Ve ‘Yabancılaşma’ ile insanı kendi
özünden uzaklaştırma gayesini güderek bir varolma seyri geçirmiş ve Sokrat’la
başlayan insanın tanrılaştırılması, Nietzsche’nin deyişiyle üstün insan haline
evrilmiştir. (Nietzsche’de bir üst insan bir de üstün insan vardır. Üst insan
modern medeniyetin normlarına/köklerine isyan eden ancak batıda olmayan insanı kâmildir,
üstün insan ise kendini medeni olarak tesmiye ederek kendi dışındakileri barbar
olarak yaftalayan tiptir. Nietzsche ikinci tiple dalga geçerek ve eleştirerek
bu anlayışın Batı’da yıkılmasına büyük katkıda bulunmuştur –Tafsilat için Yusuf
Kaplan Hocanın Fikir atölyesi 14. Bölüm dersine başvurulabilir-)
Nietzsche ile beraber Batıda asırlardır ‘üretilmiş’ ‘medeni insan’a nihai darbe vurulmuş ve artık
Batı hümanizm devrinden post hümanizm devrine geçiş yapmıştır. Elbetteki bu
geçiş entelektüel manadadır, yoksa Batı’da bu tarihi akış içerisinde pek de bir
değişiklik mevzubahis değildir. Yazı boyunca bu üç zor mesele bu bağlamda ele
alınacak ve Özel’in mezkûr kitabı üzerinden açılımlar yapılacaktır.
Tekniğin Cazibesi Ruhun Muhteşemliğini
Alt Edebilir mi?
İnsanı eşrefi mahlûkat olarak yaratan Allah azze ve celle kendisine iki
yol sunarak ona ya esfeli safilin olarak en alt dereceye layık olmasını yahut
iman edip salih amel işleyerek kendisinden razı olunan makamı sunuyor. Bu iki
makam arasında gitgel bir ömür süren ve son nefeste imtihanın sırrının kendisi
için çözüldüğü aşikâr olan insan, nefsani isteklerine boyun eğerek imtihanı
kayıp da edebilir yahut ‘hakikate teslim olarak’ kendinden geçip O’na vasıl
olmayı da ihtiyar edebilir. Tüm mesele bu imtihanın sırrını bilmek, nefsini
tariften sonra kendini bulmak ve O’nunla olma yolculuğuna insan olarak hangi
zaviyeden baktığımızla alakalı aslında. Bilim için bilim anlayışı insanı sonu
gelmez bir paradoksa sokup, eserler arasında mahkûm kılarken, aynı zamanda
insanın eserden müessire geçişine de engeldir. Fıtri olarak inanmaya yatkın
yaratılmış insan, natüralizmin çıkmazlarında debelenirken batılı bir filozofun
deyişiyle tek tanrı inancını reddederek etrafındaki her şeyi artık
tanrılaştırmaya meyyal bir hale de gelmiş olur. Soren Kierkergaard ‘inanç
akılla açıklanamaz. İnancın içinde varoluşun gizeminin akıldışılığı vardır’
diyerek inancın mahdutlanmasının namümkün olduğunu ifade etmiştir.
Peki, bu yüzyılda Teknik insanoğlunun etrafını bu kadar kuşatmış ve ruhu
aşağılamış, alt etmişken tekniğin cazibesi ruhun yaratıcı tarafından kendisine
bahşedilmiş melekeleri karşısında mutlak manada galip mi olmuştur? Bu sorunun
cevabı her ne kadar ilk bakışta zahiren evet ise de tekniğin bu kadar baskın
olmasına karşın insan bu makineleşen ve ruhunu yitiren dünyadan bıkmış ve daha
şimdiden (henüz biz İslam’ı yeterince temsil ve tebliğ dahi edememişken)
Batı’da milyonlar İslam’a doğru akmakta ve kendi oluşlarının sırrını bu pınarda
bulmaktadırlar. Özel, insanın nesneleşmesine dikkat çekerek Batı insanının
makineleşmesinin nedenini şöyle tavzih ediyor: ‘Bilgi alet olursa insan da
nesne olur. Bilgi edinme bir mekanizmadan başka bir şey değilse insan da
makinadan başka bir şey değildir.’
Son yüzyılda İslamofobi propagandaları, Müslümanların İslam’ı yeterince
temsil edemeyişlerine rağmen bu ihtida hareketleri bizim kendimize geldiğimiz
takdirde yeniden dünyaya refah ve mutluluğu vereceğimizi doğrulamaktadır. Allah
azze ve celle tarafından mahfuz bulunan dinini kıyamete kadar ayakta tutacak
bir fırkanın daima bulunacağını bize Resuli Ekrem bildirmiştir. Bugün hakiki
Müslümanların garipliğinin de yine nebevi haberin sırrında yattığını bilmek ve
‘İslam garip geldi garip gidecek, ne mutlu gariplere!’ hadisini de bilerek
hareket etmek faydalı olacaktır.
İsmet Özel Veçhesinden Medeniyetin
manası
Kavramlar önemli olduğu kadar bu kavramlara yüklenen manalar da mühim.
Medeniyet deyince aklımıza Batının gelmesi yahut İslam Medeniyetini Endülüs
Devleti üzerine hasretmemiz bu kelimenin zihnimizde yalnızca bu noktalara
muvafık olmasından kaynaklanıyor. İsmet Özel medeniyet kavramı üzerinden
Müslüman bir dünya kurmaya dair eleştirisini şöyle dile getiriyor: ‘Müslümanın
kendi tanımına sahip çıkması demek, yalnızca kendisine Allah tarafından
gösterilmiş yolun izlenmesi demektir. Müslüman kendi eyleminin sonuçlarından
naslar ölçüsünde sorumludur. Onun davranışlarını güden, büyük ölçüde yapıntı,
insani tasarımlar değil, emir ve nehiylerdir. Öyleyse ‘medeniyet’ gibi tamamen
tarihi ve toplumsal şartların çerçevesinde anlaşılan bir kavram, Müslümanın
davranışlarında belirleyici bir öge (unsur) olma imkân ve imtiyazına sahip
olamaz.’ ‘İçinde yaşadığımız dünyanın sahip olduğu biçim, adına medeniyet de
desek kültür de desek yahut hiçbir ad vermesek de Batı’nın damgasını taşıyor.’
Diyerek de yaşadığımız çağın bize ait olmadığını dolayısıyla medeniyet
kavramının içerisinde genellikle Batı odaklı bir anlayışın bulunduğunu
söylüyor. Devam eden sayfalarda ise Ebu’l Hasen En Nedvi ’den nakille bizi
ilgilendiren meselenin İslam dairesinde bir medeniyetin kurulması ve bunun da
ancak vahiy medeniyeti olabileceğine işaret ediyor. İsmet Özel’e göre son
noktada medeniyetin neyi ifade ettiğini şu satırlardan anlamak mümkün
olacaktır:
‘İslami mücadelenin varacağı noktanın
bir İslam medeniyeti olacağını ifade etmek ne kadar iyi niyete dayalı olursa
olsun içinde bir yanlışı barındırmaktan uzak değildir.’ (Kitaptaki ‘Bir
Medeniyet Kurmak’ adlı yazı bu meseleyi vuzuha kavuşturmaktadır, oraya
bakılabilir.)
Yabancılaşmanın Hakikati: Batı
aklını reddetmek/Müslümanca Düşünmek
Esasen genel manada yabancılaşma mefhumu insanın kendine yabancılaşması
manasında menfi olarak kullanılır. Ancak Özel meseleyi farklı bir noktadan
mütalaa ederken yabancılaşmayı insanın Batının dayattığı akla yabancılaşmak ve Müslümanca
düşünme üzerine odaklıyor. Çağ dışı kalma mevzusunda ise müellif şöyle
söylüyor: ‘Zaman zaman Müslümanlara yöneltilen ‘çağdışı’ kalma suçlaması eğer
Müslümanların çağın çirkefi dışında kaldıklarını vurguluyorsa ne büyük iltifat.
Keşke bu iltifata layık olabilsek. Ama hayır, Müslümanlara çağdışı olduklarını
ileri sürenler onların çağın düşünce seviyesinin gerisinde veya altında
olduğunu işaret etmek istemekte, bir çeşit gelişmemişlik damgası vurmak
istemektedirler.’
Demek ki İsmet Özel ‘yabancılaşma’ kelimesini müspet manada ele alıp onu
Müslümanca düşünme üzerindeki engellerden sıyrılarak çağın düşüncelerine
yabancılaşma olarak kullanırken aynı zamanda çağın düşünce seviyesinin de
altında olmamak gerektiği, hatta çağı tanımak gerektiğini ısrarla vurguluyor.
Hayatın her alanında Batının izlerini görmek mümkünken, önce çağın
düşüncelerinden sıyrılmak ve çağ ötesine odaklanmak asıl mesele. Bilindiği
üzere Batılı tarih anlayışı düz bir hat üzerinde deveran ederken Müslümanların
tarih anlayışı ise dairesel tarih anlayışına denk düşüyor. Çünkü Batı aklı
bugün dünden her daim iyidir derken Müslüman akıl Asrısaadet ve sonraki iki
asrın kıymetini biliyor ve kendilerine yegâne örnek alıyor.
Yabancılaşmayı çağın hakikate yabancı kalmasından
insan için mecburi gören Özel şöyle yazıyor: Çağa yabancı olma çağdan bihaber
olma anlamına gelmez. Tam tersine çağ hakikate yabancı kaldığı için hakikat
adına yola çıkanlar, çağın bir unsuru olmayı reddederler ve çağa onun
tanımadığı doğruları getirirler.’
Üç Zor Meselenin İlacı: İtikad ve
İbadet
Tahlili, yaklaşık altı yüz sayfalık bu
muhteşem eseri telif eden Özel’in bu üç zor meseleyi aşmanın nasıl mümkün
olduğuna dair söylediklerine bakarak itmama erdirelim:
‘Teknoloji, medeniyet, yabancılaşmayı birer mesele olarak ele alan
Batılı düşünce adamları, önerdikleri çözümlerde bu teslisten doğan zorbalığın,
başka bir mikyasta yeniden tesisinden başka bir şey söyleyemiyorlar.
Teknolojiden, medeniyetten ve yabancılaşma düşüncesinden doğan
meselelerin teknolojinin, medeniyetin ve yabancılaşma düşüncesinin kendi özgül
alanlarındaki çözüme kavuşturulabileceğini sanmak, bir öpücüğü geri almak
isteği gibidir. Üç Zor Mesele’nin çözümünü, bu meselelerin dışında, itikat ve
ibadette bulabileceğimize inanıyorum. Belki de bu meseleleri köklüce,
derinlemesine kavramak, bizi kulluğumuzun şuuruna varmada daha ileri bir
merhaleye taşıyacak.’
Son cümleden önümüze düşen: Çağı tanıma gayemiz kendimizi dolayısıyla
kulluğumuzu bilmek ve marifetullaha ermek yolunda mühimdir. Allah bizleri
kendini ve çağını tanıyan ve yaşadığı çağı Allah’ın razı olacağı çağa inkılap
ettirme yolunda cehd eden ve ömür süren müminlerden eylesin.
Yorumlar
Yorum Gönder