Daha önce
yayımladığımız Roger Garaudy'nin 'Geleceğimizde İslâm Var' ve 'İslâm ve
İnsanlığın Geleceği' kitaplarının ardından Yusuf Kaplan Hoca'nın 100 kitaplık
listesinin 19. kitabı olan 'İslâm'ın Vadettikleri' kitabının tahlilini de uzun
bir aradan sonra yayımlıyoruz. Bu tahlil Garaudy'nin listedeki 3. ve son kitabı
olduğundan tahlil daha da eleştirel bir perspektiften ilerleyecektir.
Okurlarımıza şimdiden bunun haberini veriyor ve faydalı okumalar diliyoruz.
Garaudy'e Dair Şüpheler
Öncelikle bu iddiaya
geçmeden önce 24 Haziran 2012'de Garaudy'nin ölümünün üstünden birkaç gün
geçtikten sonra 'Yeni Asya'da
"Garaudy Muamması" başlıklı yazı kaleme alan Kâzım Güleçyüz'ün
mezkûr yazısından bir iktibasla başlayalım:
"Dış dünyadan İslâm saflarına girenlerin sayısı
artarken, yeni Müslümanların, eski mâlûmatlarıyla birlikte geldikleri gerçeği
unutulmamalı. Küçük ihmaller, Müslümanların zihninde İslâma yabancı fikirlerin
yer etmesine yol açabilir.
Bu, uzun yıllar Fransız Komünist Partisinin
teorisyenliğini yaptıktan sonra İslâma girdiğini açıklayan felsefeci Prof.
Garaudy için de geçerli.
Partideyken Marksizmle Hıristiyanlık arasında diyalog
kurmaya çalışması, döneklikle suçlanıp ihraç edilmesine sebep oldu. Müslüman
olunca aynı diyaloğu İslâmla da kurmaya çalıştı.
Türkiye’de yaptığı açıklamalarda Marx ve Lenin’e
hayranlığını gizlemedi; Marx’ı Yahudiliğin insanlığa kazandırdığı değerler
arasında zikretti.
“İslâmiyetin olduğu kadar, Hıristiyanlık ve
Marksizmin de militanıyım” ifadesini kullandı.
Kur’ân’da her halk ve zaman için geçerli bir hukuk
sisteminin bulunabileceği fikrini, İslâmın istikbali için öldürücü bir yorum
olarak niteledi.
Mezheplerle uğraşmayı zaman kaybı saydı ve yeni
içtihadlar yapılması çağrısında bulundu.
Tesettür bahsinde, kıyafet konusunun çok önemli
olmadığını, günümüz Müslümanlarının önündeki en mühim meselelerin büyüme ve
kültür modelleriyle ilgili hususlar olduğunu söyledi.
İslâm dünyasından refesans gösterdiği örnekler, kendi
sosyalist görüşleriyle çakışan Nâsır, Kaddafi, Bumedyen gibi diktatörler ve
Benî Sadr, Bin Bella gibi—aktif şekilde destek verdikleri devrimler tarafından
dışlanan—kişiler oldu. " (1)
Yukarıda yaptığımız
iktibası kaynağıyla beraber veriyoruz ki bu tahlil üzerinden kitabı okuyacak
kimseler bizim vasıtamızla farklı düşüncelere kapılıp akidenin ve İslâm'ın
muhkem hükümlerinin menbaı yani ulemadan alınacağı/alınması gerektiği
hakikatini unutup da fikir kitabından bu hassas mevzulara dair çıkarımlarda
bulunmasınlar. Akide çok mühim, zira akidesi iptal olan kimse küfre müptela
olma garabetine düşer de maazâllah farkında dahi olmaz.
Başlıktan da mâlum
olduğu üzere Garaudy'nin önce namazının kılınması ardından ise yakılmasına dair
vasiyeti olduğu iddiası mevcut. Kaldı ki cesedinin yakıldığını biliyoruz, ancak
Müslüman'a düşen hüsnü zan olduğundan ve bilhassa Yusuf Kaplan hocanın da ağzından
böyle bir durumun vukû bulma ihtimalini işittiğimizden inşaallah bu yakılma
hadisesinin kendisiyle alakalı olmadığına inanmak istiyoruz. Hoş cesedi yakılan
kimse imandan çıkar mı çıkmaz, lâkin neye dayanarak cesedini yaktırdığı mevzuu
imana taalluk edebilir. Biz şimdi işin bu ehemmiyetli kısmını okuyucu için dile
getirdikten sonra 69 yıl ömrünü batıl inanç manzumelerinin peşinde sürdüren ve
kendi yolculuğunun sonunda İslâmîn yüceliğini kabul ederek Allah'a teslim olan
bu fikir adamının mevzisinden faideler elde etmeye çalışalım. Duru olanı al
bulanığı bırak kaidesini uygulamak her Müslümana borç olduğuna göre duru
olanları almaya bakalım.
Giriş Bölümü
"Batı bir
kazadır. Kültürü de çarpıktır; çünkü asıl boyutlarından kopup
uzaklaşmıştır." tespitiyle cesurca kitaba başlayan müellif bu bölümde
köklü bir Doğu- Batı muvazenesi ve mevzilendirmesine girişiyor. Batı
medeniyetinin de esasen Doğu'lu köklere dayandığı ancak kasten kesilip atıldığı
için 'Grek Mucizesi' masalının ortaya çıktığı iddiasında. İslâm'ın kendi
bütünlüğünü koruyup yayması bir yana özellikle kuruyup yok olmak üzere olan
medeniyetlere de hayat suyunu bahşettiğini dile getiren Garaudy yüzlerce Batı
aşığı müstağribin göremediği o ince hakikati bildiriyor okurlarına. İslâm'ın
"Birbirinden ayrılmaz şekilde bir din ve bir ümmet, bir inanç ve hayat
nizamı" olduğu tespiti bugün bizim için Camiye hapsedilmiş İslâm
anlayışının ne kadar İslâm dışı olduğunu anlatıyor adeta. Müslüman'a dair şu
muazzam tespitine de bir bakın: "Müslüman kendi seçimiyle, ilk kanunu,
yani hayata anlam veren birlik ve bütünlüğün kanununu yeniden hatırlamasını
bildiği için Müslüman olur" -36-
Yukarıda yaptığımız
iktibasta İslâm'ın tüm zamanlar için geçerli hukuk sistemi getirdiği yorumunu
öldürücü gördüğünü iletmiştik Garaudy'nin, bu meselenin tahkiki için okurların
sahife 42'ye bir göz atmaları yerinde olacaktır. Zannediyoruz ki bu garabete düşülmesinin
sebebi İslâm'ın asıl kaynaklarından ziyade tercümeler üzerinden ve özellikle
Tasavvuf- İslâm Felsefesi vasıtasıyla İslâma dair bir tasavvura sahip olmaktan
kaynaklanıyor. Yoksa usûl-ü fıkıh ve diğer İslâmi ilimlere en azından müptedi
seviyesinde bir göz atış ulemâ eliyle bu iddianın butlanını ortaya koyacaktır.
Biz burada sadece Kur'an-ı Azimü'şan'daki en uzun ayetin müdayene (borçlanma)
ayeti olduğunu bildirerek son hükmü feraset sahibi okuyucuya teslim edelim. (Bakara 282)
Tasavvufa Bakışı
Tasavvufa dair
açtığı bölümde köklü tarifler etrafında esaslı mülahazalarda bulunan Garaudy
maalesef Tasavvuf'un daha çok 'Hümanist anlayışa muvafık kılınmaya çalışılan'
kısmıyla ilgileniyor. İbnül Arabi'den bir çok iktibasda bulunan ve onun
üzerinde bir Tasavvuf inşasında bulunmaya gayret eden müellif İmam-ı Rabbani'ye
o kadar da temas etmiyor. Ancak hakkını teslim de etmek gerekir ki Tasavvuf'u
Hristiyan Mistisizmi ve diğer mistik görüşlerden beri kılıyor Garaudy. Bölümün
sonunda sorduğu " İlmi ve teknik gücün bugünün bütün insanlarına zorla
kabul ettirdiği sorumluluklara cevap vermeye kendimizi hazırlamamız konusunda
İslâm bize ne sağlayabilir? Bu mesele dünya çapında bir meseledir. Cevabı da
ancak dünya çapında verilebilir" tespiti bize ufuk açacak muazzam bir
soru/sorun. Ruhu daralmış insanoğluna işte bu soruya cevap vermekle merhem
olabilir ve İslâm'ın neden diğer tüm sistem ve mezheplerden üstün olduğunu bu
yolla kanıtlayabiliriz. Borcumuzdur, ödemeliyiz.
Din Ve Siyaset
Müellifin
"İslâm ekonomisi, ne (mesela Amerikan tipi) kapitalizmle ne de (mesela
Sovyet tipi) sosyalizmle özdeşleştirilebilir." tespiti ne Aliya tarafından
sosyalizm , ne de Şeriati tarafından yapılan kapitalizm lehine hatadan
ayrılarak muazzam bir hakikati ortaya koymaktadır. Özellikle bu bölüme 'Mülkün
sahibi Allah'tır' mottosuyla başlayan müellif İslam iktisadı mevzuunda diğer
sistemlerle mukayeseli olarak çarpıcı tefrik ve tahlillerde bulunmaktadır. Aynı
şekilde kadın mevzuunda da diğer muharref kitapları da ortaya koyarak İslâmîn
yüceliğini ortaya koyması muazzam. (sy 86)
Bilimler ve Bilgelik
Bu bölümde modern
bilim ile İslâm'ın bilim anlayışını sarih bir şekilde ortaya koyan müellif
Doğu-Batı mukayeselerinde yine çok önemli, mihenk taşı olacak çıkarımlarda
bulunuyor.
"Bilimcilik,
bilimi bilgelikten (yani gayeler üzerinde tefekkür etme vasıtalarının
tanziminden) koparmıştır. Bilim insanın gelişip olgunlaşmasını sağlaması
gereken asıl boyutunu budamıştır." İşte, bilimi put edinen vedahi bilim
üzerinden İslâmı mevzilendirmeye gayret edenlere haykırın bu hakikati! Batılı
bir düşünür eliyle bunu kavramaları mümkün olur belki!
Ve işte hakiki
ölçülendiriş: "Müslümanlar, tekrar edelim, evrensel ilme en zengin katkıyı
imanlarıyla yaptılar."
Bilimciliğin bir
fetişizm olduğunu ısrarla belirten ve daima niçin sorusundan yoksun olmaya
mahkumluğunu ifade eden müellifin bu bölümdeki mülahazaları defalarca defaatle
okunmalı…
Nebevi Felsefe ve Cami'ye Dâir Mülahazaları
Bu bölümde ise daha
çok Batı'nın felsefe anlayışıyla Müslüman filozofların felsefe anlayışını
karşılaştıran ama Nebevi Felsefeyi bildiğimiz manada ikisine de irca etmekten
çekinen müellif daha çok İbnül Arabi yoluyla bu meselenin (yani varsa Nebevi
Felsefenin) mutasavvıflar eliyle var olduğunu iddia ediyor. İbni Rüşd ve onun
Aristo şerhleri yüzünden neredeyse İslâm felsefesinin Grek felsefesinin tesiri
altında boğulacağı hakikatini ifade eden müellif, bu mevzuda mutedil ve makul
bir görüş ortaya koymuş bulunmakta. Farabi, Kindi, İbni Sina'ya yönelttiği
tenkitler Garaudy'nin anlatma gayesinde olduğu Nebevi Felsefe'nin bu
filozoflardan çok uzak olduğunu ve eğer bir felsefe olacaksa bunun köklerimizle
murabıt olması gerektiğini haykırıyor yüzümüze. Ne muazzam bir tespit! Bakın
Batılı filozofların yazdıkları eserleri sorgusuz sualsiz teslim olarak
okuyanlara nasıl uyarıda bulunuyor Garaudy: "Batılıların olayları ve
insanları, evrensel kültürün global gelişmesine katkılarından dolayı değil de,
kendileri için arzettikleri öneme göre değerlendirme saplantıları bizi böyle
eserlere haddinden fazla önem atfetmete sevketmemelidir. " -140-
Nebevi felsefenin
İbni Rüşd ile müteal (aşkın) yönünün öldüğü ancak İbnül Arabi ile uçuşa
geçtiğini ifadesi tekrar belirtmek gerekiyor ki müellifin inşasına çalıştığı ve
mutasavvıfların merkezde olduğu Nebevi felsefenin mihenk taşını ortaya koyuyor. Mutasavvıflara bu kadar yakınlığı ve onları
Nebevi felsefenin mihenk taşları kılmasına rağmen fukahayı yanlış
konumlandırması ve iki hizbi birbiriyle zıt gibi göstermesi Garaudy'nin
fukahayı ve İslâm'ın temel kaynaklarını yeterince iyi tanımayışını da ortaya
koyuyor.
"Bütün sanatlar
Camiye Cami ibadete götürür" mottosuyla ortaya koymaya gayret ettiği İslâm
Sanatı ve mimarisini müellif yine Batı-Doğu ölçülendirmesi çerçevesinde çarpıcı
tespitlerle ortaya koyuyor. Bununla beraber sanatın ancak ne olabileceği ve
nerede durabileceğini de şu satırlarda gayet güzel izah etmiş müellif:
"Mümin kendi iradesiyle, dünyanın görüntülerinden ve onların putçu
çekiciliklerinden yakasını kurtarmalı ve zihnini her türlü kısmi gerçekciliği
aşan Bir'e, tek Allah'a yöneltmelidir." -158-
Müjde Veren Şiir
Bu bölümde ise
Ku'ran'dan hareketle İslam şiirini ortaya koymaya çalışan müellif bol bol
Mevlana, İbnül Arabi, Molla Câmi'nin şiirleri üzerinden açılımlar yapıyor.
İslami şiirin bir numaralı hedefinin de bizi hayatımızda Allah'ın tezahür ve
tecellisinin bilincine erdirmek olduğunu vurguluyor. İşte sanat gibi şiirin de
aslına ircası! Bu bölümde Müslüman şairlein Batılı şairler üzerindeki etkisini
de Goethe ve Dante üzerinden sarahaten ortaya koyuyor Garaudy.
Sonuç Kısmı
Bu son kısımda ise içerisinde bulunduğu dünyayı tahlil eden (1980'ler) ve Dinler ve
medeniyetler üzerinden bir diyaloğu
ısrarla vurgulayan Garaudy Batı'ya dair bu köklü mülahazaları ve eleştirilerine
rağmen yine de dinler ve medeniyetler arası bir ittifakın olabilirliğini ortaya
koymaya gayret etse de bu birliğin bir hayal olduğu ve kıyamete değin hak ile
batılın savaşında batıl cephesinin daima var olacağı gerçeğinin Allah'ın bir
kanunu olduğunu belirtmeliyiz. Neredeyse
bir asırlık bir hayatı olan Garaudy'i tüm yönleriyle ele alıp duru olan
bilgilerinden faydalanmak ve eserlerini okurken eleştirel yaklaşmayı unutmamak
gerek. Mizanımız Kuran ve Sünnet olup kadim ulemamıza dayanarak bir okuma
yapmadığımız takdirde belki bir müstağrib belki bir müsteşrik belki de bir
İslam düşmanı gözlüğüyle her an mücehhez kılınabileceğimizi unutmamalı ve
Rabbimize daima رَبَّنَا لَا تُزِغۡ قُلُوبَنَا بَعۡدَ إِذۡ هَدَیۡتَنَا وَهَبۡ
لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحۡمَةًۚ إِنَّكَ أَنتَ ٱلۡوَهَّابُ
"Ey Rabbimiz!
Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet
bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın" (Ali İmran 8) ayetiyle
yalvarmalıyız. Çalışma bizden tevfik Allah'tandır.
Garaudy'nin kendini zamanında eleştiren ve ona iftira attığını düşünen kimselere cevabını buraya koymak da ilmin namusuna daha uygun olacaktır:
https://m.star.com.tr/acik-gorus/roger-garaudynin-iftiracilarina-cevabi-haber-1404961/
Yorumlar
Yorum Gönder