Ana içeriğe atla

Ya Tahammül Ya Sefer (13. Kitap)






  Hayatımızı ortasından ikiye biçecek, kendi içimize ya sefer yapıp aslımıza rucumuza ya da tahammüllerle çevrili bir hayatla avunmamıza götürecek ve  bizi iki seçenek arasında bırakacak bir cümle:
'Ya Tahammül, Ya Sefer.'

  Tahammül. Neye tahammül? Ve niçin tahammül? Tahammül edilecek şeylerin dönüp dolaşıp irca edildiği makam, hayatı anlamlandırma uğraşında nerede duruyor? Sonsuzluğa açılan bir kapıya köprü değilse tahammül, yaratan tarafından takdir edilmiş ömürde, ne diye katlanmalı bunca şeye
Tahammülden geçtik diyelim, sefere çıkmaya niyetliyiz, çıktığımız seferin bizi ulaştıracağı mevki de neresi? Yolun sonunda yolcu umduğunu bulabilecek mi? Umduğunu bulamayacak yolcu neden yolun meşakkatlerine katlanma tahammülü göstersin ki? Bir takım sorularla çevrili zihnimiz, bu sorular bize ya hakikatin kapısını açacak yahut tahammül edeceğiz içerisinde bulunduğumuz ortama…

  Yola çıkarken mücahitliklerinden taviz vermeyecek ve davayı ters istikametine döndürecek her şeye karşı kendini set çekeceklerini iddia ederek haykıranlar, yolun henüz başında, yolda bulduklarını yola çıktıklarına tercih etmişse bu gidiş de nereye?
  Cemiyet son sürat bir uçuruma doğru yuvarlanırken, ‘durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak’ diye ilan edenleri, bu ilanı etmekten geri durmayacaklarını iddia edenleri durduran, vazgeçiren ve her şeye ‘müsait’ hale getiren şeyler de neler?
Kitap öylesine içkin( neye içkin? Yola iddiayla çıkanların yoldan çıkacaklarını ilan etmekte ve bu resmi çizmekteki maharetinde hakikate içkin, dopdolu yani) öylesine vurucu ki, istisnasız ‘bu cadde çıkmaz sokak’ diye haykırma iddiasında olan her mümin bu kitabı okumalı, altını çizmeli, dostlarıyla müzakere etmeli…

  Bu anlatımdan bu kitabın fikir kitabı olduğu çıkarımında bulunmayın sakına! Bu bir hikaye, yola çıkarken hareket noktaları aslı itibariyle mübarek bir teşekkül, medrese olan ve inandıkları davayı helezonlar halinde etrafa yayma uğraşında olanların, yol kat ettikçe ne için yola çıktıklarını, vazgeçilemezlerinin nasıl değiştiğini ve zamanın onları nasıl da savurduğunu örgüleştiren, satır aralarından yaşanmışlık akan bir hikayeler manzumesi…
  
  Farklı veçhelerden, farklı yüzlerden İslami bir mücadeleye gönül vermiş olanların geçirdikleri değişimler üzerine açılımlar yapıp, bunları kendine has üslubuyla değerlendiren Mustafa Kutlu’nun çizdiği resim; hissetme yeteneğini kaybetmemiş her mümini kendine getirecek cinsten… Evet, hissetme yetisini kaybetmeme şartını koştuk, çünkü herkesin her şeyine sanki ondan bir parçaymış gibi yakın olan telefon, internet, televizyon kısaca teknikanın hissizleştirdiği akılları etkilemesi pek de mümkün değil kitabın. Okumak zahmetli iş, youtube girip bir film açıp kendisine arka planda neler telkin edildiğinin farkına varamadığının dahi farkına varamayan kimsenin kitap açıp sabırla okuması, anlaması, hissetmesi de zor tabi…

  Dedik ya, hissizlik, çağın en büyük saplantılarından…
Ama inancımız o ki, kitap okuma alışkanlığı olmayan ( yanlış anlaşılmasın okumak amaç değil araçtır, araçlığını kaybeden, amaçlasan ve mümine fayda vermeyen her okuma da ziyandır)  bir kardeşimiz bu kitabı okursa hem içerisinde bulunduğu halin tahlilini yapacak, hem kitaptaki kahramanlar üzerinden kendini okuyacaktır. Kitap okuma alışkanlığı olanların Mustafa Kutlu’nun baş eseri diyebileceğimiz bu kitabı ‘neden hala kütüphanelerinde bulunmamaktadır?’ sorusu da ayrı bir kazı yapılması gereken mesele…

  Karakterleri açmak ve düpedüz olay örgüsünü vermek çok lezzetli bir yemekten önce birkaç lokma bisküvi yedikten sonra kesilmeye, dolayısıyla asıl yemeğin lezzetinden mahrum kalmaya benzeyeceğinden size böyle bir kötülük yapmıyor sizin iyiliğiniz için direkt olarak sizi ziyafete davet ediyoruz…   Kitap 124 sayfa, okumak taş çatlasın iki buçuk saate mal olur.

  Son olarak; Okumak hakikate götüren mühim bir araçtır, bugünün dünyasında bir şeyler yapma gayesinde olanlar için olmazsa olmazdır elbet, ama yukarıda da değindiğimiz gibi araçlıktan çıkıp amaç haline gelirse nimet olmaktan çıkıp külfet olur, neyin külfeti? Kuranı Hakimde kendilerinden haber verilen ve kitap yüklü eşek diye tavsif edilen ehli kitap alimlerinin üzerine aldıkları külfet…
Zafer yakındır, zafer inananlarındır, Allah bize neye ne için inandığımızı bilme nimetini ihsan etsin… Allah’a emanet olun…

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İslâm'ın Vâdettikleri Kitabına Tenkit ve Tahlil

Daha önce yayımladığımız Roger Garaudy'nin 'Geleceğimizde İslâm Var' ve 'İslâm ve İnsanlığın Geleceği' kitaplarının ardından Yusuf Kaplan Hoca'nın 100 kitaplık listesinin 19. kitabı olan 'İslâm'ın Vadettikleri' kitabının tahlilini de uzun bir aradan sonra yayımlıyoruz. Bu tahlil Garaudy'nin listedeki 3. ve son kitabı olduğundan tahlil daha da eleştirel bir perspektiften ilerleyecektir. Okurlarımıza şimdiden bunun haberini veriyor ve faydalı okumalar diliyoruz. Garaudy'e Dair Şüpheler Öncelikle bu iddiaya geçmeden önce 24 Haziran 2012'de Garaudy'nin ölümünün üstünden birkaç gün geçtikten sonra 'Yeni Asya'da   "Garaudy Muamması" başlıklı yazı kaleme alan Kâzım Güleçyüz'ün mezkûr yazısından bir iktibasla başlayalım: "Dış dünyadan İslâm saflarına girenlerin sayısı artarken, yeni Müslümanların, eski mâlûmatlarıyla birlikte geldikleri gerçeği unutulmamalı. Küçük ihmaller, Müslümanların zihninde İs...

Bu Ülke Kitabı Tanıtımı

  Türk aydının Tanzimat’tan beri kafası darmadağın oldu. Doğrular yanlışlarla yer değiştirirken nebevi öğütler yerlerini batılı filozofların sözleriyle süslenen hitabelere bıraktı. Batının amansız madde gücü karşısında aşağılık psikolojisine yakalanan aydın (aydın tabiri kilisenin karanlığına karşı başkaldırmış batılı mütefekkir ve sanatçılar için müsemma olmuştur, bu kelimeyi burada kullanmamız da İslam âlemini Hristiyan âlemi zannederek aydınlanma harekatına girişen hakikatte ise apaydınlığı görmekten imtina eden sahte aydınlara atıftır, yoksa İslam âlemi alim, hakim, ariflerle doludur ve karanlık olmayan bir yerde lambaya da ihtiyaç yoktur) kendi değerlerini aşağılayarak bu psikolojiden sıyrılacağı düşüncesine kapıldı. Sonuçta ise ne Batılılaşmış ne de Müslüman kimliğine sahip olabilmiş bir portre çıktı ortaya. Kısaca kimliksiz kaldı bu coğrafyaya yön vermesi, gençleri doğruya yönlendirmesi gereken kimseler. Bu boşluk hususen bu coğrafya umumi olarak da tüm İslam âlemi...