Ana içeriğe atla

Gül Yetiştiren Adam Kitabını Anlamak İçin Birkaç Kelam (11. Kitap)










  Kitabın öncelikle Rasim Özdenören’in yazdığı ilk ve tek roman olduğunu belirterek başlayalım. Bilmeyenler için Rasim Özdenören’in sürekli duyageldiğimiz, son asrın Büyük Doğu ruhunun yoğurduğu dava adamlarından\ Yedi Güzel Adam’dan olduğunu da ayrıca belirtelim.*

  İçerisinde iki farklı olay örgüsünün yer yer birbiriyle ilişkilendirildiği, alegorik olarak tasvir edildiği, dikkat verilmediği ve itinayla okunmadığı takdirde ise romandan yeteri kadar tad alınamayıp asıl ana fikrin de kaçabileceğini okuyucunun göz önünde bulundurarak okuma yapması kendisi için daha faydalı olacaktır.

  Öykü okumalarına ağırlık vermeyen yahut belli katmanlarla kronolojik olarak, zaman ve mekanla sınırlanmış öykü\ romanlara kendini kayıtlamış okuyucuların da bu kitabı okurken tüm alışageldikleri romanlardan farklı olduğunu bilerek olay örgülerine yaklaşmalarının yine kitabın inceliklerini kendilerine açacak yegane şey olduğunu bilmelerini istirham ederiz.

  Kitapta iki farklı olay örgüsü var dedik, peki nedir bunlar?
  Birisinde yıllar önce bir savaşa katılmış, ardından ise kendini eve kapatmış ve yaklaşık elli yıl boyunca yalnızca bahçede gül yetiştirmiş bir karakter çıkıyor gözümüzün önüne. Karakter aslında anlatılmak istenen ana meselede çok önemli, bizler hem yaşımız, hem yaşantımız itibariyle her ne kadar modern çağa yetişemesek de hazmedemediğimiz halde hayatımızın orta yerinde aniden fışkıran her türlü yeniliğe alışık hale geldik\getirildik. Öyle ki modern çağın hayatımızdan neyi aldığını oturup konuşmaya vaktimiz dahi yok. Hız ve hazzın paramparça ettiği hayatlarımızın bize ait olduğu zannıyla yaşıyoruz(!). Hâlbuki şayet farklı bir zamanda yaşayıp da bugüne yolculuk yapsa idik, hatta daha daraltarak söyleyelim; yirmi yıl önce hayata veda edip tekrar geri dönse idik, gördüklerimizin karşısında muhtemelen tekrardan geldiğimiz yere dönmek için Rabbimize niyaz ederdik. İşte gül yetiştiren adam da aslında elli küsur yıl boyunca evden dışarı çıkmayarak kendisini zamandan soyutlamış oluyordu, şimdiki zamanla tek ilişkisi sadece torunu üzerindendi. Kitabın sonunda en sonunda dışarı çıkmaya ikna olan gül yetiştiren adamın camiye gidince insanlara şu seslenişi, aradaki uçurumun ve kaybedilen ama kaybedildiğinden haberi dahi olunmayan bir sürü  ‘asıl şeyin’ de ne olduğunu gayet açıkça ifade ediyordu sanırım:
‘Sizler nasrani misiniz? Yoksa mecusi misiniz? Hangi millettensiniz?’
Bu sorunun cami cemaatine olduğu göz önünde bulundurulursa mesele daha da iyi açığa çıkmış olacaktır…
Kısaca bir katmana değindiğimizi zannediyorum.
  
  Diğer katmanda ise bugünün sıradan, ortalama insanının yaşantısının mahrem çizgilerine ve duygularına hafiften dokunarak çizilmek istenen bir portre var karşımızda. Mesele yine çağla bağdaş tabi…
  Yiyen, içen, gezen, her türlü eğlenceyi kendisine meşru kıldığı halde yine de doymayan, hız ve hazzı kendisine yegâne payanda kabul eden bir takım kimselerin o içinden çıkamadıkları, ne yaparlarsa yapsınlar ferahlayamadıkları, ilacı da daima yanlış yerde aradıkları bir sahne… Öyle ki duygular pörsümüş, vicdanlar narkozlanmış, akıllar putlaştırılmış… Evet, akıl yegâne yol gösterici bu insanlara göre, Nietzsche’nin Avrupa da haykırdığı ‘Tanrı öldü’ feryadının bu coğrafyadaki aksisedası… Tanrı öldü, yani insanların hayatına nizam veren yegâne şey, Allah inancı, din tamamen kayboldu, başka bir tabirle toplum sekülerleşti…


  İşte iki farklı olay örgüsü ve Türkiye’nin şahsında tüm İslam ülkelerinde görünen, Tanzimat’la başlayan mukaddes değerlerin inşa ettiği şahsı manevinin tarumar edildiği bir hayat nizamı… Durmak yok, nefes almak, göğü izlemek, ne yapıyorum ve kimim, ne için yaratıldım sorularını bir an için dahi tefekkür etmek, yasak yasak yasak… Ama bu yasaklarla çevrili nizam aynı zamanda insana sınırsız özgürlük verdiği iddiasıyla onun hür olduğunu zannetmesini sağlayacak kadar da profesyonel…


  Gelin gül yetiştiren adamın ne demek istediğini kitaptan bir alıntıyla şöyle ortaya koyalım:
‘... dövüşmüşlerdi Kur'an için, Halife için ve Fransızı kenti terk etmek zorunda bıraktıkları zaman kurtulduklarını sanmışlardı, oysa sonradan olanlar bambaşkaydı, uğrunda savaşmadıkları ve savaşmayı akıllarına getirmedikleri şeyler olmuştu, ne uğruna savaşmışlarsa sanki savaşla onları ortadan kaldırmak istemişler gibi bir sonu olmuştu, (...) Ve belki kendilerini de bir kez daha asmaya kalkışırlar ama onlar yani asılanlar yani savaş verenler kendilerini aşan insanlar kurtulsunlar diye savaşmışlardı ve asıldıkları şeyler için savaşmışlardı, bunu kim anlayabilir, kim? ‘
  Kitap içerisinde bir başka vecihten, önemli tahliller, modern çağın kuşattığı insanın ruh halini ortaya koyduğu cümleler barındırıyor. Kitabı okurken kendi içimizden kopup gelen şeylerin çoğu kez kahramanlar diliyle ifade edildiğine şahit oluyoruz.
  Son olarak savaşla işgal edilemeyen ve sömürgeleştirilemeyen Türkiye’nin içeriden, çeşitli vasıtalarla nasıl işgal edildiği, sömürgeleştirildiğine dair böyle bir roman var mıdır bilmiyor, eğer böyle eserlerle karşılaşan okuyucular olursa bize de tavsiye etmelerini rica ediyoruz.
Allah’a emanet olun…











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEZAİ KARAKOÇ VE İSLAMIN DİRİLİŞİ KİTABI (Yüz kitaplık listeden ilk kitap)

Sezai Karakoç   Hakkında yazacağımız bu kısacık tahlil onu anlatmaya yetmeyecektir muhakkak. Burada uzun uzadıya rakamlara boğulup kronolojik bir perspektif de sunmayacağız sizlere. Onun neden bugünün ve yarının Türkiye’sinde belirleyici olacağını ve ne nispette önemli olduğunu anlayacağımız birkaç bilgi zaten sizi onu anlamaya ve kitaplarına yönlendirecektir. Aşağıda vereceğimiz İslam’ın Dirilişi adlı kitabının kısa ve öz tahlili de derhal sizi bu kitabı edinmeye ve bugüne değin şayet tanışmadıysanız tanımaya/anlamaya itecektir adeta. Bir yazar, mütefekkir, âlimle tanışmak demek sureten onunla bir araya gelmek değildir çünkü. Onun insanlığa bıraktığı mesajını özümsemek onu anlamaya ve anlatmaya yönlendirir sizi.   Onu iki kelimeyle sıfatla deseniz Anadolu evladı der kapatırız konuyu. Bu kavramın ne kadar önemli olduğunu bilmeyenlere basit bir terkip gibi gelebilir bu iki kelime.   Özellikle ideolojilerin pençesinde ruhu ölmek üzere olan insanın her geçen gün kimlik yozlaşmala

İnsanlığın Medeniyet Destanına Eleştirel Bir Bakış

Besmele, Hamd ve Salat-u Selamdan sonra... Öncü bir kuşak için okunması ve tefekkür edilmesi gereken 100 kitaplık listenin  10. Kitabı "İnsanlığın medeniyet destanı". Her biri dünya çapında yankı oluşturan  Roger GARAUDY'nın 60'ı aşkın eserinden sadece biri.Garaudy bu eseri müslüman olmadan 4 sene önce yazdı. Bu kitabın hedefi tarihe bakış açısının değiştirilmesi gerektiğini göstermek; batının aslında çoğu insanın düşündüğü gibi örnek alınacak,ulaşılması gereken hedef olarak konulacak bir yerinin olmayışını gözler önüne sermek.Malum olduğu üzre ülkemizin bir kısmı batıyı bu şekilde görenlerden oluşmakta. Motamot şekilde batıya uyarsak gelişiriz, batı gibi oluruz düşüncesinde debelenip durmaktalar. Meseleye  iki farklı açıdan bakmak istiyorum:  1. Bizim soylu bir kültürümüz, tarihimiz varken batı kültüründen ne umuyoruz? Eğer terakki umuyorsak batıya değil kendi kültürümüze, İslam kültürüne, aslımıza dönmeliyiz. Çünkü iki medeniyet arasında sıkışıp kalmaktansa k

MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME ÜZERİNE DENEMELER KİTABINA BİR DENEME

  Modern dünyada tüm eşyanın hakikatinden mücerred hale geldiği, kendi manasının haricine itildiği ve farklı elbiselerle teşhir edildiği malum. Eşyanın dahi bu kendi dışı olmaklığa mecbur kılındığı sahteliklerle ağulanmış modern dünyada, eşyadan daha mücerred ve nazik olan, insanı O’na muhatap olmaya layık hale getiren aklın iğdiş edilmemesi, bu tahrif ve tahripten menfi manada etkilenmemesi mümkün değil. Kaldı ki eşyayı asıl manasından soyunduran insan da modern zamanların doğayı tahakkümü altına alan, insanı eşrefi mahlûkat olmaktan beri kılan anlayışın ürünü. Eşya kendi kendine bu dönüşümü yaşayamayacağına göre, bunu icad eden aklın da varolduğu muhakkak hale gelmiş bulunuyor. Savaşlar artık bilek kuvvetine dayanmıyor, daha doğrusu geçmişte nasıl bilek kuvvetine dönüşen savaşlar bir akıl çatışmasından neşet ediyorduysa bugün de aynı manada hatta daha da çok aklın ön planda olduğu çatışmalar mevcut. Müslüman aklın ortadan kaldırılması, diğer beşeri ideolojilerle İslam’ın aynı dü