İnsanoğlu unutmakla muttasıf. En mühimi Rabbini unutan insan
doğal olarak yaratılış gayesini de inkâr ettiğini dahi kabul etmeme cüretinde.
Lügat bir milletin süzülmüş hafızasıdır diyor Salih Mirzabeyoğlu. Lügatini
yani, dilini kaybeden milletler kendi değerlerini ardından da topraklarını
kaybetmeye doğru yol almaktalar. Edebiyat bir milletin kültürünü inşa eden,
lügatinin kuvvetini ortaya koyan bir alan. Öyle bir alan ki, Padişahlar şair
olmakla iftihar ettiler, şairler padişahları şiirleriyle zemmetme cüretinde
bulundular. Şiir, edebiyat ahlakı izhar eder. ‘Trum Trum\Makineleşmek
istiyorum’ diyen şiirde(?) nasıl komünizmin dayattığı görüş varsa ‘Sakarya, saf
çocuğu masum Anadolu’nun\Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun’ dizelerinde de
İslam’ın garip gelip gariplerle devam edeceği inancının haykırışı vardır.
Şiir\Edebiyat bir sığınak, içerisinde her türlü inanca kucak açan, mesele onu
doğru yolda kullanmakta. Cumhuriyet’in ilanının ardından doğal olarak her
alanda olduğu gibi edebiyat alanında da yozlaşma, köksüzleşme iştihar etti.
Cümleler artık alt alta, manasız bir şekilde dizilmekle şiirleşiyordu. Bu
alanda da bayrağı Büyük Doğu aldı. Üstat Necip Fazıl şiiri yeniden kendi
hüviyetine bürüdü, ondan ilham alanlar da bu çizgide İslam’a teslimiyetin
ulviliğini şiirleştirerek meydan yerini açtı. Cahit Zarifoğlu Türkiye’de en çok
istismar edilen Müslüman şairlerden. Necip Fazıl’ı şairliğine hapsetmek
isteyenler onu da Romantik İslamcılığın derdi yapma niyetindeler. Hâlbuki bu
adamın ne denli Mümin, şeriat müdafi olduğuna şahit olmak isteyen ‘Bir
Değirmendir Bu Dünya’ kitabına başvurabilirler. Yaşamak adlı eseri ise son
dönem edebiyatımızın eşsiz bir eseri.
Cahit Zarifoğlu’nun
yaşamak adlı kitabında gezmiş ve yaşamış olduğu şeylerin günlük şeklinde
fikirleriyle, yoğun duygularıyla ve hissiyatıyla bağdaştırılarak yazılması ön
plandadır. Zarifoğlu’nun şiirleri veya günlük yazılarında anlaşılması zor
yazılar olabilir veya bir konuyu anlattığında akıllarda soru işaretleri
belirebilir, lakin bu yazılanların manasızlığından değil sadece kendisinin
gizemli fıtratındandır. Zaten müellifimiz kitabında da şiirleri hususunda söyle
diyor: ‘’ Bense anahtarı bende bulunan bir odaya girer gibi okurum kendi
şiirimi. Onun hatıraları bendedir’’ . Lakin yazılan yazıların, şiirlerin
manalarına eğildiğinizde anlıyorsunuz ki, yazı ve şiirlerinde yoğun bir duygu ve
ince bir hassasiyetin olduğu aşikar. Herkesin ayrı bir anlatım şekli olduğu
gibi Cahit Zarifoğlu’nun da ayrı bir üslubu var elbet. Zarifoğlu’nun zaman
sonra yazdıklarını anlamaya ve hissetmeye başladığınızda o edebi yazıların ve
şiirlerin lezzetini en doruklarda yaşayacağınız muhakkak. Çünkü yazmış olduğu
eserlerde bir takım yaşanmış olayları çok içtenlikle anlatıyor, sanki masaya
oturup hatıralarını kağıda geçirirken, tutmuş olduğu kalem sanki kendisiymiş
gibi de önünde duran kağıt ise kalbinden bir parçaymışçasına, olan biten her
şeyi tüm samimiyetiyle önünüzdeymiş gibi... Mesela bu eserinde babasıyla olan
mektuplaşmalara da yer veriyor, babasının oğluna olan öğütleri ve ona olan ince
ve hoş konuşması bize bir şeyleri hatırlatıyor, kaybettiğimiz ama tarifini
bulamadığımız o şeyi, edebi... Her mektupta oğluna namazlarını eksik etmemesini
tembih etmesi baba oğul ilişkisinin en güzel halini yansıtıyor. Kitaptan birkaç
örneğini verelim:
SARIKAMIŞ MAYIS 1974. ‘’Cahitciğim, (…) namazlarını kıl
ihmal etme. Her iş Allahü azimüşşanda biter. Hepimiz onun huzuruna çıkacağız.
Ne mutlu yüzü ak çıkanlara. Allaha emanet eylerim. Babanız, Niyazi Zarifoğlu.’’
SARIKAMIŞ ARALIK 1974. ‘’Sarıkamış camiine Cuma namazına
gidiyor musun? Namazlarını kıl. Babanız.’’
Bu nezih ve nazik
konuşmaların yerini yabancılık, samimiyetsizlik, ‘edepsizlik’ almış durumda. Hepimiz
bu yozlaşmanın canlı birer şahidiyiz. Okumak bizlere gösteriyor ki eski tarihimiz
olsun, yakın tarihimiz olsun, geride ne
kadar güzel, hoş ve bu zamana kadar kültürümüzden taviz vermeksizin gelen ne
varsa İslam’dan bir parça taşımakta… Kitaba gelmiş olursak Cahit Zarifoğlu
kitabındaki meseleleri ve olayları gerçekten de çok içtenlikle yazmıştır.
Cahit Zarifoğlu kitabında çokça kendinden, bazen düşmüş
olduğu hatalardan, tecrübelerinden ve insanın olaylara karşı çelişkisinden
bahsetmektedir. Peki, neden böyle bir şey anlatmak ister bir insan?
Öncelikle bunun birkaç cevabı olabilir şöyle sıralayalım.
1-
İnsan gerçekten eğer derin
düşünen ve yaptığı şeylerden ders çıkaran, bunun insanlar için ne anlama
geldiğinin farkına varan kimse ise bu hususlarda diğer insanların içinden
çıkamadığı sorunların (yani kilitli kapıların) anahtarını paylaşmak istemesi
olabilir.
2-
Sevginin, muhabbetin, insan
olmanın ne anlama geldiğini tam manasıyla anlamış ve bunun insanın hayatında ne
nispette önemli olduğunu bize anlatmak için kaleme alması.
3-
Son olarak: insanın nasıl
bir hayat yaşaması gerektiğini anlaması ve bunun da kurallarını, çerçevesini,
önemini bize anlatma çabasında olmasıdır.
-‘’/Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.’’
‘’ Bir şehir kadar
kalabalıktır bazıları’’
‘’ Bir dehliz
(Koridor-Hol) kadar karanlıktır bazıları’’
-Gösterdikleri, kavrulmuş cesetlerdeki çene kemikleri ve
dişler gibi insansızlığı yansıtıyorlar ve korkumuz oradan geliyor. Diyorum ki
her şeye rağmen insan mühimdir.
-Dört kutsal kelime duydum
Acz, Nasip, Rahmet, Ölüm
Dört kutsal kelime
daha duydum
Tutsaklık, Teklif, Kabul, Özgürlük
Hepsi birbirinden kıymetli, her birinin içinde barındırdığı
manalar insanın duygularını ortaya çıkarır niteliğinde. Kim olduğumuzu, kim
olmamız gerektiğinin farkında olan birisi, yazımın başlarında geçtiği gibi
insan olmanın ne olduğunu bilen birisi bize gerçekten (geriye dönük) çok güzel
edebi eserler bırakmıştır. Bu kitap hakkında daha yazamadığımız birçok şey
yarım kalmış durumda, kitabı alıp okuduğunuz zaman inanıyoruz ki yarım
kalanları tamamlamış olacaksınız. Şimdiden güzel okumalar…
Yorumlar
Yorum Gönder