Ana içeriğe atla

Yüz Kitaplık Listenin 9. Kitabı: YAŞAMAK








  İnsanoğlu unutmakla muttasıf. En mühimi Rabbini unutan insan doğal olarak yaratılış gayesini de inkâr ettiğini dahi kabul etmeme cüretinde. Lügat bir milletin süzülmüş hafızasıdır diyor Salih Mirzabeyoğlu. Lügatini yani, dilini kaybeden milletler kendi değerlerini ardından da topraklarını kaybetmeye doğru yol almaktalar. Edebiyat bir milletin kültürünü inşa eden, lügatinin kuvvetini ortaya koyan bir alan. Öyle bir alan ki, Padişahlar şair olmakla iftihar ettiler, şairler padişahları şiirleriyle zemmetme cüretinde bulundular. Şiir, edebiyat ahlakı izhar eder. ‘Trum Trum\Makineleşmek istiyorum’ diyen şiirde(?) nasıl komünizmin dayattığı görüş varsa ‘Sakarya, saf çocuğu masum Anadolu’nun\Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun’ dizelerinde de İslam’ın garip gelip gariplerle devam edeceği inancının haykırışı vardır. Şiir\Edebiyat bir sığınak, içerisinde her türlü inanca kucak açan, mesele onu doğru yolda kullanmakta. Cumhuriyet’in ilanının ardından doğal olarak her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da yozlaşma, köksüzleşme iştihar etti. Cümleler artık alt alta, manasız bir şekilde dizilmekle şiirleşiyordu. Bu alanda da bayrağı Büyük Doğu aldı. Üstat Necip Fazıl şiiri yeniden kendi hüviyetine bürüdü, ondan ilham alanlar da bu çizgide İslam’a teslimiyetin ulviliğini şiirleştirerek meydan yerini açtı. Cahit Zarifoğlu Türkiye’de en çok istismar edilen Müslüman şairlerden. Necip Fazıl’ı şairliğine hapsetmek isteyenler onu da Romantik İslamcılığın derdi yapma niyetindeler. Hâlbuki bu adamın ne denli Mümin, şeriat müdafi olduğuna şahit olmak isteyen ‘Bir Değirmendir Bu Dünya’ kitabına başvurabilirler. Yaşamak adlı eseri ise son dönem edebiyatımızın eşsiz bir eseri.

  Cahit Zarifoğlu’nun yaşamak adlı kitabında gezmiş ve yaşamış olduğu şeylerin günlük şeklinde fikirleriyle, yoğun duygularıyla ve hissiyatıyla bağdaştırılarak yazılması ön plandadır. Zarifoğlu’nun şiirleri veya günlük yazılarında anlaşılması zor yazılar olabilir veya bir konuyu anlattığında akıllarda soru işaretleri belirebilir, lakin bu yazılanların manasızlığından değil sadece kendisinin gizemli fıtratındandır. Zaten müellifimiz kitabında da şiirleri hususunda söyle diyor: ‘’ Bense anahtarı bende bulunan bir odaya girer gibi okurum kendi şiirimi. Onun hatıraları bendedir’’ . Lakin yazılan yazıların, şiirlerin manalarına eğildiğinizde anlıyorsunuz ki, yazı ve şiirlerinde yoğun bir duygu ve ince bir hassasiyetin olduğu aşikar. Herkesin ayrı bir anlatım şekli olduğu gibi Cahit Zarifoğlu’nun da ayrı bir üslubu var elbet. Zarifoğlu’nun zaman sonra yazdıklarını anlamaya ve hissetmeye başladığınızda o edebi yazıların ve şiirlerin lezzetini en doruklarda yaşayacağınız muhakkak. Çünkü yazmış olduğu eserlerde bir takım yaşanmış olayları çok içtenlikle anlatıyor, sanki masaya oturup hatıralarını kağıda geçirirken, tutmuş olduğu kalem sanki kendisiymiş gibi de önünde duran kağıt ise kalbinden bir parçaymışçasına, olan biten her şeyi tüm samimiyetiyle önünüzdeymiş gibi... Mesela bu eserinde babasıyla olan mektuplaşmalara da yer veriyor, babasının oğluna olan öğütleri ve ona olan ince ve hoş konuşması bize bir şeyleri hatırlatıyor, kaybettiğimiz ama tarifini bulamadığımız o şeyi, edebi... Her mektupta oğluna namazlarını eksik etmemesini tembih etmesi baba oğul ilişkisinin en güzel halini yansıtıyor. Kitaptan birkaç örneğini verelim:
SARIKAMIŞ MAYIS 1974. ‘’Cahitciğim, (…) namazlarını kıl ihmal etme. Her iş Allahü azimüşşanda biter. Hepimiz onun huzuruna çıkacağız. Ne mutlu yüzü ak çıkanlara. Allaha emanet eylerim. Babanız, Niyazi Zarifoğlu.’’
SARIKAMIŞ ARALIK 1974. ‘’Sarıkamış camiine Cuma namazına gidiyor musun? Namazlarını kıl. Babanız.’’
 Bu nezih ve nazik konuşmaların yerini yabancılık, samimiyetsizlik, ‘edepsizlik’ almış durumda. Hepimiz bu yozlaşmanın canlı birer şahidiyiz. Okumak bizlere gösteriyor ki eski tarihimiz olsun, yakın tarihimiz olsun,  geride ne kadar güzel, hoş ve bu zamana kadar kültürümüzden taviz vermeksizin gelen ne varsa İslam’dan bir parça taşımakta… Kitaba gelmiş olursak Cahit Zarifoğlu kitabındaki meseleleri ve olayları gerçekten de çok içtenlikle yazmıştır.
Cahit Zarifoğlu kitabında çokça kendinden, bazen düşmüş olduğu hatalardan, tecrübelerinden ve insanın olaylara karşı çelişkisinden bahsetmektedir. Peki, neden böyle bir şey anlatmak ister bir insan?
Öncelikle bunun birkaç cevabı olabilir şöyle sıralayalım.
1-      İnsan gerçekten eğer derin düşünen ve yaptığı şeylerden ders çıkaran, bunun insanlar için ne anlama geldiğinin farkına varan kimse ise bu hususlarda diğer insanların içinden çıkamadığı sorunların (yani kilitli kapıların) anahtarını paylaşmak istemesi olabilir.
2-      Sevginin, muhabbetin, insan olmanın ne anlama geldiğini tam manasıyla anlamış ve bunun insanın hayatında ne nispette önemli olduğunu bize anlatmak için kaleme alması.
3-      Son olarak: insanın nasıl bir hayat yaşaması gerektiğini anlaması ve bunun da kurallarını, çerçevesini, önemini bize anlatma çabasında olmasıdır.


-‘’/Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.’’
  ‘’ Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları’’
  ‘’ Bir dehliz (Koridor-Hol) kadar karanlıktır bazıları’’
-Gösterdikleri, kavrulmuş cesetlerdeki çene kemikleri ve dişler gibi insansızlığı yansıtıyorlar ve korkumuz oradan geliyor. Diyorum ki her şeye rağmen insan mühimdir.
-Dört kutsal kelime duydum
Acz, Nasip, Rahmet, Ölüm
 Dört kutsal kelime daha duydum
Tutsaklık, Teklif, Kabul, Özgürlük

  Hepsi birbirinden kıymetli, her birinin içinde barındırdığı manalar insanın duygularını ortaya çıkarır niteliğinde. Kim olduğumuzu, kim olmamız gerektiğinin farkında olan birisi, yazımın başlarında geçtiği gibi insan olmanın ne olduğunu bilen birisi bize gerçekten (geriye dönük) çok güzel edebi eserler bırakmıştır. Bu kitap hakkında daha yazamadığımız birçok şey yarım kalmış durumda, kitabı alıp okuduğunuz zaman inanıyoruz ki yarım kalanları tamamlamış olacaksınız. Şimdiden güzel okumalar…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEZAİ KARAKOÇ VE İSLAMIN DİRİLİŞİ KİTABI (Yüz kitaplık listeden ilk kitap)

Sezai Karakoç   Hakkında yazacağımız bu kısacık tahlil onu anlatmaya yetmeyecektir muhakkak. Burada uzun uzadıya rakamlara boğulup kronolojik bir perspektif de sunmayacağız sizlere. Onun neden bugünün ve yarının Türkiye’sinde belirleyici olacağını ve ne nispette önemli olduğunu anlayacağımız birkaç bilgi zaten sizi onu anlamaya ve kitaplarına yönlendirecektir. Aşağıda vereceğimiz İslam’ın Dirilişi adlı kitabının kısa ve öz tahlili de derhal sizi bu kitabı edinmeye ve bugüne değin şayet tanışmadıysanız tanımaya/anlamaya itecektir adeta. Bir yazar, mütefekkir, âlimle tanışmak demek sureten onunla bir araya gelmek değildir çünkü. Onun insanlığa bıraktığı mesajını özümsemek onu anlamaya ve anlatmaya yönlendirir sizi.   Onu iki kelimeyle sıfatla deseniz Anadolu evladı der kapatırız konuyu. Bu kavramın ne kadar önemli olduğunu bilmeyenlere basit bir terkip gibi gelebilir bu iki kelime.   Özellikle ideolojilerin pençesinde ruhu ölmek üzere olan insanın her geçen gün kimlik yozlaşmala

İnsanlığın Medeniyet Destanına Eleştirel Bir Bakış

Besmele, Hamd ve Salat-u Selamdan sonra... Öncü bir kuşak için okunması ve tefekkür edilmesi gereken 100 kitaplık listenin  10. Kitabı "İnsanlığın medeniyet destanı". Her biri dünya çapında yankı oluşturan  Roger GARAUDY'nın 60'ı aşkın eserinden sadece biri.Garaudy bu eseri müslüman olmadan 4 sene önce yazdı. Bu kitabın hedefi tarihe bakış açısının değiştirilmesi gerektiğini göstermek; batının aslında çoğu insanın düşündüğü gibi örnek alınacak,ulaşılması gereken hedef olarak konulacak bir yerinin olmayışını gözler önüne sermek.Malum olduğu üzre ülkemizin bir kısmı batıyı bu şekilde görenlerden oluşmakta. Motamot şekilde batıya uyarsak gelişiriz, batı gibi oluruz düşüncesinde debelenip durmaktalar. Meseleye  iki farklı açıdan bakmak istiyorum:  1. Bizim soylu bir kültürümüz, tarihimiz varken batı kültüründen ne umuyoruz? Eğer terakki umuyorsak batıya değil kendi kültürümüze, İslam kültürüne, aslımıza dönmeliyiz. Çünkü iki medeniyet arasında sıkışıp kalmaktansa k

MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME ÜZERİNE DENEMELER KİTABINA BİR DENEME

  Modern dünyada tüm eşyanın hakikatinden mücerred hale geldiği, kendi manasının haricine itildiği ve farklı elbiselerle teşhir edildiği malum. Eşyanın dahi bu kendi dışı olmaklığa mecbur kılındığı sahteliklerle ağulanmış modern dünyada, eşyadan daha mücerred ve nazik olan, insanı O’na muhatap olmaya layık hale getiren aklın iğdiş edilmemesi, bu tahrif ve tahripten menfi manada etkilenmemesi mümkün değil. Kaldı ki eşyayı asıl manasından soyunduran insan da modern zamanların doğayı tahakkümü altına alan, insanı eşrefi mahlûkat olmaktan beri kılan anlayışın ürünü. Eşya kendi kendine bu dönüşümü yaşayamayacağına göre, bunu icad eden aklın da varolduğu muhakkak hale gelmiş bulunuyor. Savaşlar artık bilek kuvvetine dayanmıyor, daha doğrusu geçmişte nasıl bilek kuvvetine dönüşen savaşlar bir akıl çatışmasından neşet ediyorduysa bugün de aynı manada hatta daha da çok aklın ön planda olduğu çatışmalar mevcut. Müslüman aklın ortadan kaldırılması, diğer beşeri ideolojilerle İslam’ın aynı dü