Ahmet Hamdi Tanpınar
Beş Şehir adlı eserinde; şehirlerin arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı,
vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü ilmek ilmek işler. Bize dilin kapısını
o açtı dediği Yahya Kemal’e ithaf ettiği eser öylesine içkindir ki okurken okuduğunuz
şehir gözünüzde büyür, belki defalarca gittiğiniz belki de kendisine seyahat
etmenin zevkine varmadığınız o şehirler satırların arasında anlam kazanır.
Beş şehir kendi
ifadesiyle’ hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye
karşı beslenen iştiyaktır’. Bir başka yandan tenkit olarak bu iştiyak değil
midir ki bugün bizim kaybolan o mübarek sırlarımıza olan inancımızı tamamen
yitirmemize sebep olmuşdur. Şehirler insanların aynasıdır. Kendi içerisindeki
cemiyetin tüm akislerini helezonlar halinde dışa yansıtarak manevi bir hava
oluşturur. Sokaklarındaki o kelimelere sığdırılmaya çalışıldıkça anlaşılması
daha da zorlaşacak olan, ancak havasını teneffüs ederek kavrayabileceğimiz
şehirlerimiz bugün modernizmin getirdiği bir yığın yenilikle hercümerç olmamış
mıdır? Necip Fazıl’ın ifadesiyle ‘İslam inkılabında şehir, dünyaya ait her şeyi
terk ettikten sonra ‘terk’i de terkedip ‘terk-ü terk’ makamına yükselmiş ve bu
inceler incesi düsturuyla yine dünyaya dönmüş ruhun (Metropolis)idir. Bu
(Metropolis)lerde sokak, meydan ve umumi sahalar, teker teker Müslüman kadının
başörtüsü kadar güzel ve paktır.’
Kitaptaki beş şehir
sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’dan oluşmaktadır. Tanpınar
bu şehirlerde geçirdiği zamanları öylesine güzel ve edebice anlatır ki
satırların arasında yalnız anlattığı şehre sevgi beslemekle kalmaz, metinden de
ayrı bir tad alırsınız. Tanpınar’ın bu eserini diğer gezi yazıları yahut
seyahatnamelerden ayıran şey şüphesiz ki kadim olana duyduğu hürmeti ve
canlandırdığı şahsiyetleri anlatış tarzıdır. Mesela Ankara’nın dasıtaniliğinden,
uzun tarihinin şaşırtıcı terkiplerinden bahseder. Hacı Bayram’ı Veli’yi
anlatırken o mutasavvıf çehresini çiziş şekli, yaşadığı tarihe sizi çekmesiyle beraber
Ankara’yı farklı görmenize neden olur. Bir anda kendinizi tarih kitabı okuyor
bulursunuz. Cümleleri ağırdır, dikkat verilerek okunmadı mı bağlam kopar.
Kendisinde genellikle kasvet havası hâkimdir. Kurduğu cümlelerle sizi anlattığı
şehrin sokaklarına indirmekte bir ressam maharetindedir.
Sonra Erzurum’a
geçer. İlk gördüğü Erzurum’da otuz sekiz medrese, elli dört camiden bahseder.
Sonraki gelişinde Cumhuriyetin kuruluşunun ardından medreseler kapatılacaktır.
Ruslarla, Ermeni’lere karşı vatan sathını müdafaa eden Erzurumluların o yekpare
vücut olmuş birliklerinden, geleneklerinden doğan imanlarından söz eder. Sonra
Konya’yı Selçuk Sultanlarının şehri diye sıfatlar. I.Kılıçarslan’dan. Alâeddin
Keykubat’tan ve birtakım devlet adamlarıyla beraber şehrin tarihinden bahseder,
sizi o günlere yolculuk yaptırır. Sonra sizi Mevlana ile tanıştırır. Mevlana’yı,
Mevleviliği, gördüğü Mevlevileri anlatır. Onların o dönüşlerinden hayatımızı
bir rüzgâr etkisiyle kavuracak dersler, manalar çıkarır. Bursa’da zaman diye
açar yeşillere bürülü şehrin mukaddimesini. Sadrazam Keçeci Fuat’ın dilinden
Osmanlı tarihinin dibacesi diye tanımlar Bursa’yı. Evliya Çelebi’nin Bursa
hakkındaki malumatlarına yer verir. Bir anda kendini Evliya Çelebi’yle hayal
eder ve sizi de o hayaline sürükler müellif. Evet, bu kitabı farklı kılan da
budur ya zaten, bu manevi ruhu az çok hisseden Tanpınar size de adeta eşyaya
boş bakmamanızı, ecdadı tahayyül etme yetisini öğütler. Elbette ki kitaptaki en
çok yeri İstanbul’a ayırır. Baki, Nefi, Nabi’den söz açar. Yazdıkları şiirleri acaba,
İstanbul’un hangi içli sokaklarında kaleme aldılar, ne düşündüler diye
söylenmekten de alamaz kendini. Sultan Bayezid’den, Mimar Sinan’dan Süleymaniye
Cami’den, Kanuni’den bahseder. O günkü İstanbul’un ne kadar da manasızlaşmaya
başladığından dem vurur. Ah, bugün görse İstanbul’u hayallerimdeki bu harika
şehri yerle bir edemem deyip çekip gider herhalde Tanpınar.
Velhasıl kelam
mutlaka okunması gereken bu eser bizim şu an kendisinin nerede olduğundan
bihaber bulunduğumuz aramak tenezzülünde dahi bulunmadığımız hakiki
şehirlerimize bir kapıdır, bizi tahayyüle zorlar, memleketimizden başlayarak
yaşadığımız muhite kadar tarihi bilmemizin elzem oluşundan bahseder. Eseri
okurken Cumhuriyet Dönemi mühim yazarlarından olan, bittabi Batı’dan etkilenen
bir şairin yazdıklarını okuduğunuzu bilerek okumalısınız. Duru olanı al,
bulanığı bırak misali bize yakışan bu eserden de kendi muhayyilemize yarayacak
mücevheratı alıp müellife hakkını teslim etmektir. Yaşantımızı anlamlı
kıldığımız, eşyaya mana yüklediğimiz zaman masivamız maveraya, monoton hayatımız
mücahedeye kalbolacak. İslam inkılabının İslam şiarı şehirlerini gezip
satırlara, oradan da sadırlara aktaracağımız günün yaklaşması ümidiyle, çalışma
bizden tevfik Allah’tandır. Selametle.
Yorumlar
Yorum Gönder