Ana içeriğe atla

Yüz Kitaplık Kitap Listesinin 8. Kitabı: Beş Şehir


    
  Bugün şehirlerimizin resmini çizme uğraşında olsak şüphesiz ki ya bir takım şeyleri görmezden gelip güzelleme yaparak kendimizi kandıracak yahut manzarayı tüm gerçekliğiyle çizip cemiyet hayatımızdan bir kez daha iğreneceğiz. Dertlerimizden birisi de aileden başlayarak mahalle, ardından şehre sirayet edecek şahsı maneviyi inşa etmekte hala bocalama ve tutsaklık devrimizde oluşumuzdur. Muhakkak ki İslam İnkılabını inşa etme yolunda olan ve olmaya çalışanlar bu şahsiyetsizliğe de el atacak, oluşturulacak şehir siluetinde İslam nişaneleri başköşede yer alacaktır.
  
  Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir adlı eserinde; şehirlerin arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü ilmek ilmek işler. Bize dilin kapısını o açtı dediği Yahya Kemal’e ithaf ettiği eser öylesine içkindir ki okurken okuduğunuz şehir gözünüzde büyür, belki defalarca gittiğiniz belki de kendisine seyahat etmenin zevkine varmadığınız o şehirler satırların arasında anlam kazanır.

  Beş şehir kendi ifadesiyle’ hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır’. Bir başka yandan tenkit olarak bu iştiyak değil midir ki bugün bizim kaybolan o mübarek sırlarımıza olan inancımızı tamamen yitirmemize sebep olmuşdur. Şehirler insanların aynasıdır. Kendi içerisindeki cemiyetin tüm akislerini helezonlar halinde dışa yansıtarak manevi bir hava oluşturur. Sokaklarındaki o kelimelere sığdırılmaya çalışıldıkça anlaşılması daha da zorlaşacak olan, ancak havasını teneffüs ederek kavrayabileceğimiz şehirlerimiz bugün modernizmin getirdiği bir yığın yenilikle hercümerç olmamış mıdır? Necip Fazıl’ın ifadesiyle ‘İslam inkılabında şehir, dünyaya ait her şeyi terk ettikten sonra ‘terk’i de terkedip ‘terk-ü terk’ makamına yükselmiş ve bu inceler incesi düsturuyla yine dünyaya dönmüş ruhun (Metropolis)idir. Bu (Metropolis)lerde sokak, meydan ve umumi sahalar, teker teker Müslüman kadının başörtüsü kadar güzel ve paktır.’
  
  Kitaptaki beş şehir sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’dan oluşmaktadır. Tanpınar bu şehirlerde geçirdiği zamanları öylesine güzel ve edebice anlatır ki satırların arasında yalnız anlattığı şehre sevgi beslemekle kalmaz, metinden de ayrı bir tad alırsınız. Tanpınar’ın bu eserini diğer gezi yazıları yahut seyahatnamelerden ayıran şey şüphesiz ki kadim olana duyduğu hürmeti ve canlandırdığı şahsiyetleri anlatış tarzıdır. Mesela Ankara’nın dasıtaniliğinden, uzun tarihinin şaşırtıcı terkiplerinden bahseder. Hacı Bayram’ı Veli’yi anlatırken o mutasavvıf çehresini çiziş şekli, yaşadığı tarihe sizi çekmesiyle beraber Ankara’yı farklı görmenize neden olur. Bir anda kendinizi tarih kitabı okuyor bulursunuz. Cümleleri ağırdır, dikkat verilerek okunmadı mı bağlam kopar. Kendisinde genellikle kasvet havası hâkimdir. Kurduğu cümlelerle sizi anlattığı şehrin sokaklarına indirmekte bir ressam maharetindedir.

  Sonra Erzurum’a geçer. İlk gördüğü Erzurum’da otuz sekiz medrese, elli dört camiden bahseder. Sonraki gelişinde Cumhuriyetin kuruluşunun ardından medreseler kapatılacaktır. Ruslarla, Ermeni’lere karşı vatan sathını müdafaa eden Erzurumluların o yekpare vücut olmuş birliklerinden, geleneklerinden doğan imanlarından söz eder. Sonra Konya’yı Selçuk Sultanlarının şehri diye sıfatlar. I.Kılıçarslan’dan. Alâeddin Keykubat’tan ve birtakım devlet adamlarıyla beraber şehrin tarihinden bahseder, sizi o günlere yolculuk yaptırır. Sonra sizi Mevlana ile tanıştırır. Mevlana’yı, Mevleviliği, gördüğü Mevlevileri anlatır. Onların o dönüşlerinden hayatımızı bir rüzgâr etkisiyle kavuracak dersler, manalar çıkarır. Bursa’da zaman diye açar yeşillere bürülü şehrin mukaddimesini. Sadrazam Keçeci Fuat’ın dilinden Osmanlı tarihinin dibacesi diye tanımlar Bursa’yı. Evliya Çelebi’nin Bursa hakkındaki malumatlarına yer verir. Bir anda kendini Evliya Çelebi’yle hayal eder ve sizi de o hayaline sürükler müellif. Evet, bu kitabı farklı kılan da budur ya zaten, bu manevi ruhu az çok hisseden Tanpınar size de adeta eşyaya boş bakmamanızı, ecdadı tahayyül etme yetisini öğütler. Elbette ki kitaptaki en çok yeri İstanbul’a ayırır. Baki, Nefi, Nabi’den söz açar. Yazdıkları şiirleri acaba, İstanbul’un hangi içli sokaklarında kaleme aldılar, ne düşündüler diye söylenmekten de alamaz kendini. Sultan Bayezid’den, Mimar Sinan’dan Süleymaniye Cami’den, Kanuni’den bahseder. O günkü İstanbul’un ne kadar da manasızlaşmaya başladığından dem vurur. Ah, bugün görse İstanbul’u hayallerimdeki bu harika şehri yerle bir edemem deyip çekip gider herhalde Tanpınar. 

  Velhasıl kelam mutlaka okunması gereken bu eser bizim şu an kendisinin nerede olduğundan bihaber bulunduğumuz aramak tenezzülünde dahi bulunmadığımız hakiki şehirlerimize bir kapıdır, bizi tahayyüle zorlar, memleketimizden başlayarak yaşadığımız muhite kadar tarihi bilmemizin elzem oluşundan bahseder. Eseri okurken Cumhuriyet Dönemi mühim yazarlarından olan, bittabi Batı’dan etkilenen bir şairin yazdıklarını okuduğunuzu bilerek okumalısınız. Duru olanı al, bulanığı bırak misali bize yakışan bu eserden de kendi muhayyilemize yarayacak mücevheratı alıp müellife hakkını teslim etmektir. Yaşantımızı anlamlı kıldığımız, eşyaya mana yüklediğimiz zaman masivamız maveraya, monoton hayatımız mücahedeye kalbolacak. İslam inkılabının İslam şiarı şehirlerini gezip satırlara, oradan da sadırlara aktaracağımız günün yaklaşması ümidiyle, çalışma bizden tevfik Allah’tandır. Selametle.

                                                                                                                          Mehmet Edirneli

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SEZAİ KARAKOÇ VE İSLAMIN DİRİLİŞİ KİTABI (Yüz kitaplık listeden ilk kitap)

Sezai Karakoç   Hakkında yazacağımız bu kısacık tahlil onu anlatmaya yetmeyecektir muhakkak. Burada uzun uzadıya rakamlara boğulup kronolojik bir perspektif de sunmayacağız sizlere. Onun neden bugünün ve yarının Türkiye’sinde belirleyici olacağını ve ne nispette önemli olduğunu anlayacağımız birkaç bilgi zaten sizi onu anlamaya ve kitaplarına yönlendirecektir. Aşağıda vereceğimiz İslam’ın Dirilişi adlı kitabının kısa ve öz tahlili de derhal sizi bu kitabı edinmeye ve bugüne değin şayet tanışmadıysanız tanımaya/anlamaya itecektir adeta. Bir yazar, mütefekkir, âlimle tanışmak demek sureten onunla bir araya gelmek değildir çünkü. Onun insanlığa bıraktığı mesajını özümsemek onu anlamaya ve anlatmaya yönlendirir sizi.   Onu iki kelimeyle sıfatla deseniz Anadolu evladı der kapatırız konuyu. Bu kavramın ne kadar önemli olduğunu bilmeyenlere basit bir terkip gibi gelebilir bu iki kelime.   Özellikle ideolojilerin pençesinde ruhu ölmek üzere olan insanın her geçen gün kimlik yozlaşmala

İnsanlığın Medeniyet Destanına Eleştirel Bir Bakış

Besmele, Hamd ve Salat-u Selamdan sonra... Öncü bir kuşak için okunması ve tefekkür edilmesi gereken 100 kitaplık listenin  10. Kitabı "İnsanlığın medeniyet destanı". Her biri dünya çapında yankı oluşturan  Roger GARAUDY'nın 60'ı aşkın eserinden sadece biri.Garaudy bu eseri müslüman olmadan 4 sene önce yazdı. Bu kitabın hedefi tarihe bakış açısının değiştirilmesi gerektiğini göstermek; batının aslında çoğu insanın düşündüğü gibi örnek alınacak,ulaşılması gereken hedef olarak konulacak bir yerinin olmayışını gözler önüne sermek.Malum olduğu üzre ülkemizin bir kısmı batıyı bu şekilde görenlerden oluşmakta. Motamot şekilde batıya uyarsak gelişiriz, batı gibi oluruz düşüncesinde debelenip durmaktalar. Meseleye  iki farklı açıdan bakmak istiyorum:  1. Bizim soylu bir kültürümüz, tarihimiz varken batı kültüründen ne umuyoruz? Eğer terakki umuyorsak batıya değil kendi kültürümüze, İslam kültürüne, aslımıza dönmeliyiz. Çünkü iki medeniyet arasında sıkışıp kalmaktansa k

MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME ÜZERİNE DENEMELER KİTABINA BİR DENEME

  Modern dünyada tüm eşyanın hakikatinden mücerred hale geldiği, kendi manasının haricine itildiği ve farklı elbiselerle teşhir edildiği malum. Eşyanın dahi bu kendi dışı olmaklığa mecbur kılındığı sahteliklerle ağulanmış modern dünyada, eşyadan daha mücerred ve nazik olan, insanı O’na muhatap olmaya layık hale getiren aklın iğdiş edilmemesi, bu tahrif ve tahripten menfi manada etkilenmemesi mümkün değil. Kaldı ki eşyayı asıl manasından soyunduran insan da modern zamanların doğayı tahakkümü altına alan, insanı eşrefi mahlûkat olmaktan beri kılan anlayışın ürünü. Eşya kendi kendine bu dönüşümü yaşayamayacağına göre, bunu icad eden aklın da varolduğu muhakkak hale gelmiş bulunuyor. Savaşlar artık bilek kuvvetine dayanmıyor, daha doğrusu geçmişte nasıl bilek kuvvetine dönüşen savaşlar bir akıl çatışmasından neşet ediyorduysa bugün de aynı manada hatta daha da çok aklın ön planda olduğu çatışmalar mevcut. Müslüman aklın ortadan kaldırılması, diğer beşeri ideolojilerle İslam’ın aynı dü